1. AYAKLANMA OLAYI
Hicaz, Filistin ve Suriye cephelerindeki Arap ayaklanması; Mekke Şerifi Hüseyin[1] ve oğulları tarafından 6 Haziran 1916 tarihinden itibaren Hicaz’da başlatılmış, 400 sene Osmanlı egemenliğinde bulunan Hicaz, Filistin ve Suriye topraklarının elden çıkması ile 25 Ekim 1918 tarihinde son bulmuştur.
İngiliz ile Fransızların desteği ve Lawrence’ın[2] idaresinde başlatılan bu önemli ayaklanma harekâtı; ayaklanmanın sebepleri, ayaklanmanın cereyan tarzı, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ve Medine’nin boşaltılması ve sonuç başlıkları halinde değerlendirilecektir.
2. AYAKLANMANIN SEBEPLERİ
A. İngilizlerin, Doğu Akdeniz, Süveyş Kanalı, Sina Yarımadası ve Kızıldeniz’e hâkim olup, Hindistan ticaret yolunu açık bulundurmak, ayrıca Orta Doğu’daki İngiliz menfaatleri için Irak ve Arabistan Yarımadası’ndaki petrol yataklarını ele geçirmek… 2 Ağustos 1914 tarihinde Türkiye ile ittifaka katılan Almanların Doğuya yayılmasını engellemek, Osmanlı Devleti’nce ilan edilmesi beklenen “Cihad-ı Mukaddes” (Kutsal Savaş)’e karşı önlem almak istemeleri,
B. İngilizlerin yukarıdaki niyet ve maksatlarını gerçekleştirmek için de, Araplarla yakın ilişki kurmak, onlara her türlü araç, silah, malzeme ve para yardımında bulunmak, ayrıca onları örgütleyip eğitmek suretiyle Türklere karşı kullanmalarını sağlamak,
C. İngilizlerin müttefiki olan Fransızların da etnik yapısı itibariyle özellikle Lübnan’da ve Doğu Akdeniz’de nüfuzunu ve etkinliğini artırmak istemesi,
D. Türklerin Arap halifeleri zamanında orduda ve yönetimde önemli görevlere getirilmeleri, maddi ve manevi imtiyaz sahibi olmalarından dolayı da Arap halkı arasında hoşnutsuzluk yaratması,
E. Yavuz Sultan Selim tarafından 1517 tarihinden itibaren Mısır, Suriye ve Hicaz’ın fethedilmesi, İslâm halifeliğinin Araplardan sonra Osmanlı padişahlarına geçmesi ve 400 sene kadar uzun bir süre halifeliğin Osmanlıların idaresinde kalması nedeni ile de Arap halkının Türklere karşı düşmanca duygulara saplanması… Türklerin hilafeti Araplardan “zorla” gasp ettiği inancını taşıması, ayrıca hilafetin “Araplardan başkasına ait olamayacağına dair” Muhammed’in bıraktığına inandıkları vasiyeti gerçekleştirmek için fırsat kollamaları,
F. Osmanlı Devleti tarafından 1839 yılında Gülhane Hattı Hümayunu ile başlatılan Tanzimat reformlarını, Arapların dinsizliğe yöneliş şeklinde görmeleri ve Türkleri İslâma, Kur’an hükümlerine ihanet etmekle suçlamaları… Tanzimat fermanında yer alan özellikle “Hıristiyan ahaliye eşit ve kanun dairesinde muamele edileceği” konusundaki hükümlere istinaden Osmanlı Devleti’ni “halifeyi şeriata” yani kutsal yasalara aykırı iş görmekle suçlamaları, bunun yanında Arap halklarını ve Arap ülkelerindeki yüksek dereceli memurları Osmanlı padişahına karşı ayaklandırmaya teşvik etmeleri,
G. İngilizlerin; 1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesini fırsat bilerek Bab-ı Ali üzerinde nüfuzlarını kullanarak Şerif Hüseyin’i Padişah II. Abdülhamit’in onayı ile Mekke Şerifliğine atandırmaları… Onun ailesi ve maiyeti ile birlikte bir İngiliz muhribiyle Cidde üzerinden Mekke’ye getirilmesi, onun ve oğullarının Hicaz, Sina, Filistin ve Suriye cephesi muharebeleri ile Arap ayaklanmasının sonuna kadar İngilizlerle yakın ilişkiler içerisinde bulunması, [3]
H. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Hicaz’a gider gitmez Osmanlı Devleti’ne karşı pasif direnmeye geçmesi, Arap aşiretlerinin ayaklanmasını gündeme getirerek İstanbul Hükümeti’ni korkutmaya çalışması… Ayrıca ikinci oğlu ve Osmanlı Parlamentosunda Hicaz milletvekili olan Abdullah’ı (eski Ürdün Kralı) daha 1912 tarihinde İngiliz Fevkalade Komiseri Lord Kitchener (Kişner) ile anlaşmak üzere Mısır’a göndermesi,
I. 22 Temmuz 1913 tarihinde fiilen son bulan Balkan Harbinde kaybedilen topraklardan sonra şimdi sıranın Suriye, Filistin, Hicaz ve Arabistan yarımadasındaki Osmanlı topraklarına geldiği hususunun İngiliz, Fransız ve Arap ileri gelenleri tarafından değerlendirilmesi, ayrıca Toroslar’a kadar uzanacak şekilde bağımsız bir Arabistan devletinin kurulmasının kararlaştırılması,
İ. Bir kısım Arap aydınının ise kendi halklarına ve batı dünyasına özetle; “...İslâm dinini geliştirmekten alıkoyan Türklerdir. Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeleri ve Arap ülkelerini fethetmeleri sonucunda İslâm dini bozulmuş ve kendine özgü niteliklerinden uzaklaştırılmıştır... Araplar, Türk egemenliği altına girmemiş olsaydı, bugün yeryüzünün en ileri, en uygar ve güçlü bir toplumu olurlardı...” [4] İfadeleri etkisinde kalan bir kısım Arapların, Türkler hakkında olumsuz düşünmeleri,
J. Gizli Arap İhtilâl Cemiyetinin ise el altında yayınladığı beyannamelerde özetle; “…Şahit olunuz ki kıyama (ayaklanma) davet günündeyiz… Siz onların (Türklerin) elinde yünü alınır, sütü içilir, eti yenir bir sürüsünüz… Paralarınız İstanbul köşklerinde, içkilere, musikilere sarf ediliyor. Gençleriniz, Arap kardeşlerinizi öldürmek için Yemen’e, Kerak’a ve Huran’a yollanıyor. Türkler emrettiği zaman kardeşlerinizi öldürüyorlar. Ermenilerin yaptığı ve yapmakta olduğu gibi haklarınızı ve halkınızı korumak için kan dökmüyorsunuz… Ey Araplar kalkınız. Kılıçlarınızı kınından çıkarınız. Şahsınıza, cinsinize, lisanınıza düşmanlık gösterenleri memleketinizden temizleyiniz…” [5] Demesi,
K. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in, 1. Dünya Harbi’ne ait seferberlik ilânında Osmanlı Hükümeti’ne bağlılığını bildirdiği halde, diğer yandan İngilizlerle işbirliğini geliştirmesi, ayrıca Arap yarımadasındaki diğer Arap liderlerini de Osmanlı devleti aleyhine kışkırtması,
L. İngiliz ve Fransız devletleri arasında Haziran 1915 tarihinde imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Suriye’nin kuzeyi ile Güney Anadolu’yu içine alan bölgenin Fransızlara, Dicle ile Fırat nehirlerini içerisine alan Basra Körfezine kadar uzanan bölgelerin ise (bugünkü Irak) İngiliz kontrolüne bırakılması,
M. Mekke Şerifi Hüseyin’in;
(1) 14 Temmuz 1915 tarihinde İngiliz temsilcisi McMahon’a yazdığı mektupta “Mersin-Adana, Birecik-Urfa-Mardin dâhil İran sınırına kadar yerlerin Arap ülkesi olarak bağımsızlığının tanınması halinde Türklere karşı İngilizlerle yan yana savaşabileceğini” [6] beyan etmesi,
(2) Oğullarıyla birlikte, kendi sülâlelerinin idaresi altında Arabistan yarımadasında “Arabistan Krallığı” kurma düşüncesinde bulunmaları, bunu gerçekleştirmek için Türklerle savaşı göze almaları,
(3) 1916 yılında Suriye Valisi Cemal Paşa’nın düzenlediği bir kongrede kadınları bulundurması, onlara söz hakkı vermesi karşısında Osmanlı Devleti yöneticilerini dinsizlikle suçlaması, böyle bir davranışın Kur’an hükümlerine aykırı olduğunu belirtmesi, ayrıca Arap halkının, şeriata aykırı hareket eden Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanma hakkı ve görevi bulunduğunu açıklaması,[7]
(4) Kasım 1916 tarihindeki demecinde özetle “...Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmanın Araplar için ulusal, dinsel ve vatani bir görev olduğu, Osmanlı Devleti’nin İslâm’a aykırı davrandığını, İslâmı esaslara uymadığı, Araplara karşı suç işlediğini” [8] belirtmesi,
N. Arapların; 400 sene egemenliğinde kaldığı Türklerin, ne dilini, ne geleneğini, ne kültürünü ve ne de niteliklerini almamış olması, Türkleri içlerine sindirememeleri, kendilerinden olmayan bir ırkın egemenliği altına girmeleri, Hicaz, Filistin ve Suriye’deki ayaklanmaların önemli sebepleri olarak değerlendirilmektedir.
3. AYAKLANMANIN CEREYAN TARZI:
A. Ayaklanma Öncesi Faaliyetler
Araplar; Osmanlı Devleti’nin Gülhane Hattı Hümayun ile başlattığı Tanzimat reformlarına karşı tepkilerini, Nisan 1856 yılında Kudüs’ün kuzeyindeki Nablus kentinde Osmanlı bayraklarını sokakta yakmak suretiyle göstermişlerdi. Böylece ilk ayaklanma hareketine teşebbüs etmişlerdi. Ayrıca 1860 yılında da Şam’da ayaklanarak, Arap olmayan Osmanlı tebaasında bulunan Hıristiyan ahaliyi kılıçtan geçirmişlerdi. Osmanlı Devleti bunun üzerine Suriye’de olağanüstü hâl ilan etmiş ve Fuat Paşa komutasında Şam’a gönderdiği askeri birliklerle asayişi yeniden sağlamıştı.
1909 yılında da Hicaz Valisi Fuat Paşa’nın, köleliğin kaldırılması konusunda Osmanlı Devleti’nin kendisine verdiği emri uygulamaya başlaması sırasında, Arap şeyhlerinin de teşvik ve tahrikleri ile Araplar Mekke-Cidde yolunu kapatmışlardı.
İtilaf devletlerinden İngiltere ve Fransa, daha Birinci Dünya Harbi başlamadan harp gemileri ile Kızıldeniz kıyılarını abluka altına almış, Arap Yarımadasındaki Türk Kuvvetleri ile İstanbul Hükümeti arasındaki irtibatı koparmaya çalışmış, ayrıca bölgedeki Arap aşiretlerini de ayaklandırma gayreti içerisine girmişti.
Mekke’nin 15–20 km kuzeydoğusunda Hade’de bulunan Türk birlikleri ile bölgede bulunan Urban (Arap aşireti) arasında, Temmuz 1914 ayı sonunda meydana gelen ve “Hade Olayı” olarak anılan çatışmada, Türk birliklerinden 9 şehit ve 12 yaralı verilmişti. Emir Hüseyin’in kışkırtması ile meydana geldiğinden şüphe olmayan bu olay, küçük çapta, ancak Hicaz’da silahlı ilk çatışma olması nedeni ile önem arz etmişti.
İngilizler; Birinci Dünya Harbi’nin başladığı 28 Temmuz 1914’ten bir müddet sonra 14 Ekim 1914 tarihinde, Osmanlı Devleti egemenliğindeki Akabe’yi bombalamış, 1 Kasım 1914 tarihinde ise Osmanlı Devleti ile siyasi ilişkilerini kesmişti. Osmanlı Hükümeti ise Arap yarımadasındaki Suriye ve Irak cephesi ile Filistin, Hicaz, Asir ve Yemen cephelerindeki birlikleri için 7 Kasım 1914 tarihinden itibaren seferberlik ilan etmişti.